20 Şubat 2010 Cumartesi

*büyüyorum

Küba'da ruhumu yıkayıp döndüm vatana müthiş anılarla. Sadece dönmekle kalmadım, döner dönmez şubatın 18inde 2010dan borcumu aldım, yükledim omuzlarıma 1 yıl daha.. Törenlerle kutluyoruz büyümemi... Geçiyo yıllar büyüyo bünye ve hala içten içe seviyo çocuk inadıyla!! onca yaşanana rağmen inatçı keçi vazgeçmiyo mu çoktaaan vazgeçilse de??... (zalak bünye!)

4 Şubat 2010 Perşembe

*bu hafta da çocuk ruhum

*Bedava davetiyemle "İst. fashion days"e gittim. Bakim tasarımcılar benim kadar başarılı mı diye. O ne beea? Sokakta asla göremiyeceğiniz 2eli 2ayağı olanların giyemiyeceği uçuk kaçık star wars kıyafetler, makyajlar,saçlar. Geleceğin kadınıymış güya pehhh valla gelecekte erkek olasım geldi. Modanıza tükiriyim ugg'ly zihniyet..

*Ortaköy'e gittim, ordan Bebek'e. Oldum olası köprünün altından geçerken dilek tutmak gibi bi saykoluğum vardır. Tam köprüye gelirken seramoniye hazırlanıyodum ki arkadaşın çenesi düşmesin mi? "Sus sussss! ayyy gördün mü kaçtı güzelim köprü!" "Nee?" Fırçayı kaydım tabi! "Dön çabuk geri!" Gönlüm olsun die o mesafede 4tur attı. Kesin benle bidaha görüşmeme kararı almıştır da, mekanların bodyguardları da mal mal bakıyodu.
Peki sonuç? yaklaştım. 1gün sonra karşılaştım şaşırdım mala bağladım. Az geçtik galiba:p
Soğuktan mı kıştan mı bomboştu şehr-i İstanbul. İstanbul seni yalnız kaldığında çok seviyorum biliyon mu. (1 hafta evel Rumeli kavağına gittim sonuç; sükut-u hayal)

*Taksim'de Küba vizesi aldığım binada filmlerde görüp bayıldığım, Beyoğlunda apartmanlarda kalırız malırız die binmeye tırsıp hep merdivenden çıktığım eski asansörlerden vardı; hani böyle süslü kafesli olur merdivenler etrafında dolanır. Dedim Fear factor! korkunu yen! Bi aşağı bi yukarı 7yaşıma dönmüşken bi apartman sakinine yakalandım 28 yaşında cık cık cık bakışlarına maruz kalıp eğdim başımı önüme indim oyuncağımdan aşağıya...

*Taksim'den Galata'ya yürüdük deli bir yağmurda. Köşe başlarında şemsiyeciler türemişti. Şeffaf ama renkli bıcırbıcır naylon şemsiyeler var ya hani İstiklal'i rengarenk bonbon şekeri gibi kaplamıştı. Almamız lazımdı ıslanıyoduk ama hangi renk alacağıma karar veremiyodum bi türlü. mor? pembe? mavi? o mu güzel bu mu? off karar veremedim epey bi ıslandıktan sora 2tane aldım =)) Yürürken yol üstünde ne bulduysam aldım pis boğazıma. Kestane, mısır, Beyoğlu çikolatası, elimde kahvem nam nam çöplük gibi midemle çocuklar gibi şendim... Finalde sonunda Galata Kulesi'ne çıktım heyecanla ve freedooomm :) Zafer yorgunluğuyla arabaya dönerken tramvaya bindim güya ıslanmıyım die, sarkınca tramvaydan ıslandım haliyle...

*Vakti zamanında züğürt öğrenciyken Galata'da teraslı, kocaman manzaralı çatı katı evlerden tutmak hayalimdi. Artık banka cüzdanı olan, ev alabilme potansiyeli olan bi bünye olarak yan göz kesiyodum ki o evleri arkadaşım "ayy çok banal bütün tv dizilerinde bu evlerde oturuyolar artık" demez mi.. (Neyiiihhh sensin o banaaal densiz! ben taa nezmn düşünmüştüm bu fikri biliyon mu sen!) uyuz oldum! benim fikrimdi o! yani almamamın okadar pahalı olmasıyla ilgisi yok, moda olanı sevmiyom ben ondan hıh! (nihiihi param olsun alcem seni hulen ;))

*ve keşke çocuk kalsaydım da bu sergiyi anlamsız bulsaydım dediğim bi sergi gelmiş mübarek sevgililer günü haftasında. "14şubat" sevgilimin olup olmamasıyla alakasız olarak, oldum olası direk kıl olduğum bi kavram olmasına rağmen bu sergi ilginç geldi. İstinye Park'ta adı "Aşktan Geriye Kalanlar" (Museum of broken relationsships) 2eski Hırvat sevgili kurmuş. 15 şehirden sora ist'dalar. Ayrılan sevgililer sevgilisinden geriye kalan eşyaları bağışlıyo sergiye. Neler mi var? gelinlik, şampuan, kelepçe:) Peki Türkiye'den neler verilmiş? kırık kapı camı, maç bileti, burun spreyi, cep telefonu.. Ben olsam ne verirdim die düşündüm bian; ayrıldığım sevgililerimin bana verdiği herşeyi iade etmeyi mübah saydığım için (onları acıttığımı mı sanıyom,yoksa beni acıtmasın die mi veriyom bilemedim) elle tutulur bişe kalmadı ki bende kalp kırıklıklarından başka hüngürt :p Bi tek sonuncunun (duyan da 30tane sanır) verdiği araba ruhsatı kılıfı kalmış bende.. Yanlış anlaşılmasın sadece "ruhsatın kılıfı" onu da sigorta şirketi eşantiyon vermiş. Araba ve ruhsatı bizzat bana aittir :))

3 Şubat 2010 Çarşamba

*siyahla beyazın eylem kardeşliği

"Gençlik ve serdeki hafif anarşistlik... 1968 olimpiyatlarında 200 m.de altın ve bronz madalya kazanan Amerikalı 2 siyah atlet, Tommie Smith ve John Carlos'un siyah deri eldivenli yumrukları havada, başları önde posteri yıllarca hayal dünyamızı süslemişti.
Aynur Çağlı'nın o muhteşem haberini okuyana kadar o karede önde duran, gümüş madalyalı Avustralyalı beyaz atlete hiç dikkat etmemişim. Adı Peter Normanmış. Peter mart ayında öldü. Haberin tekrar gündeme gelmesinin sebebi bu. Gelelim hikayeye... Mexico City'de 200m. finali koşulmuş, Amerikalı siyahi atletler Tommie Smith ve John Carlos 1. ve 3. gelirken, 2.liği Avustralyalı beyaz Peter Norman kazanmış. Madalya töreni için beklerken, Carlos, Peter Norman'a sormuş:
- İnsan haklarına inanıyor musun?
- Evet, inanıyorum.
- Peki ya Tanrı'ya?
- Bütün kalbimle...
Bunun üzerine,2 siyah atlet kafalarındaki eylem planını açıklamışlar, Norman tereddütsüz katılmış: - Eyleminizi destekleyeceğim, ne yapmam gerektiğini söyleyin!
İlk defa, o günler için müthiş bir provokasyon hatta devrim sayılacak bir eylem planlıyorlar: Amerika'daki ırk ayrımcılığını ve siyahlara reva görülen fakirliği, ikinci sınıf vatandaşlığı protesto edecekler. Ama nasıl? Fikir Norman'dan gelir 1çift siyah deri eldiven bulurlar, sağ teki Tommie, sol teki John eline geçiriyor; fakirliği sembolize etmek için çıplak ayakla kürsüye çıkıp, başları kederle öne eğik, sıkılı yumruklarını havaya kaldırıyorlar. Önlerinde duran Peter Norman da, dayanışmasını göstermek için kalbinin üstüne 'İnsan Hakları için Olimpiyat Projesi Hareketi'nin kokartını iğneliyor. Amerikan milli marşı çalarken plan icra ediliyor.
Ve tabi dünya birbirine giriyor. Amerika ayağa kalkıyor. Olimpiyatlar bile gölgede kalıyor, dünya gazeteleri yumrukları havada siyah atletlerin fotoğrafını ilk sayfadan veriyor. Amerikan Olimpiyat Komitesi iki siyah atletin spor kariyerini o saniye bitirir. Eylem amacına ulaşmış, Amerika'daki zenci azınlığın durumu dünya gündemine girmiştir. Smith ve Carlos spor hayatlarını (ve buna bağlı olarak geleceklerini) feda etmiş ama dünya tarihine geçmişlerdir. Dünyadaki yüz milyonlarca ezilmiş siyahın ilahı haline gelmişlerdir.
Peki ya Avustralyalı beyaz Peter Norman? Anlatılanlara göre Norman'ın da hayatı kararmış. Tommie Smith demiş ki: "Peter, bir beyazdı. O günlerde siyahların haklarını savunma cesareti gösteren, onurlu ve belkemiği sahibi beyaz çok azdı. Peter, Avustralya'ya döndüğünde kimse yüzüne bakmadığı gibi, herkes tarafından yargılandı. Onun da atletizm kariyeri bitti, spor çevrelerinden dışlandı.Tehditler, işsizlik ve tecrit nedeniyle öyle sıkıntılı günler yaşadık ki, üçümüzün de ilk evliliği sona erdi."
Avustralya Devleti Norman'ı ölene kadar affetmemiş ama Norman intikamını mezara götürmüş: 1968 Olimpiyatları finalinde ikinci olurken kırdığı 200 mt. Avusturalya rekoru hâlâ, 38 yıl sonra kırılamamış.Ölene kadar süren 'eylem kardeşliği'.. 2 Amerikalı ve bir Avustralyalı 'lanetli' atletin o gün başlayan 'eylem kardeşliği' ve dostlukları ömür boyu sürmüş. Aradan geçen 38 yıl boyunca, yazışmışlar, buluşmuşlar, görüşmüşler. Ta ki geçen mart ayında, Peter Norman evinin bahçesinde kalp krizi geçirip ölene kadar. Melbourne'de yapılan cenaze töreninde 'Onurlu beyaz atlet' Peter Norman'ın tabutu, Tommie Smith ve John Carlos'un omuzlarında! Üç 'eylem kardeşi' son kez omuz omuza... "


1 Şubat 2010 Pazartesi

*Kurt Cobain'in son mektubu

Uzun zaman önce yazılmış bu mektubu okuduğumda anlamsız bi kaçış mı, onurlu bir seçim mi karar veremedim. Emin olduğum tek şey karamsar,genç, sabırsız bir ruhun erken vazgeçişi ani vedasıymış. Halbuki hiçbir vazgeçiş; küçücük bi yavruyu, aşık bir eşi ve milyonlarca seveni bu veda kadar üzemezdi.. Mektubunda bikaç cümle aldı beni: "..hala herkes için beslediğim asabiyet, suçluluk ve anlayışı aşamadım.... Üzgün, küçük, hassas, değer vermeyen Balık burcu..." Öyle veya böyle kendinden vazgeçen hassas bir ruh hoş melodileri ardında bırakıp geçti bu dünyadan. Farklılığın, bıraktıkların için sağol RIP... işte o mektup:
"Boodah'a ,
Daha çocukça şikayetleri olan. Tükenmiş, deneyimli bir ahmağın ağzından konuşuyor olmak. Bu bayağı kolay anlaşılabilir bir not olmalı. Yıllar boyunca, cemiyetimizin serbestliği ve benimsemesi ile ilgili ahlak punk rock 101 derslerinden alınan öğütlerin ne kadar doğru olduğunu kanıtlamıştır. Çok uzun yıllardır okuyup yazmakla birlikte dinlemekten, yaratmaktan da heyecan almadım.
Bunlar için kelimelerle anlatılamayacak bir suçluluk duyuyorum. Mesela sahne arkasındayken ışıklar sönünce kalabalığın çılgın tezahüratı, beni hayran olduğum ve kıskandığım Freddy Mercury'e olduğu gibi etkilemedi. Gerçek şu ki sizi aptal yerine koyamam... Bu ne sizin ne de benim için adil değil. Aklıma gelen en kötü suç, insanlara sahtekarlık yapıp eğleniyormuş gibi görünüp dolap çevirmek. Bazen sahneye çıkmadan önce saati yumruklamak, zamanı durdurmak geçiyor içimden. Kulisteyken, ışıklar söndüğünde duyduğum çığlıklar da etkilemiyor beni.
Gücüm yettiğince değer vermek için herşeyi denedim. Tanrım, inan bana deniyorum, ama yeterli olmuyor. Bizim birçok insanı etkilediğimiz ve eğlendirdiğimiz gerçeğine saygı duyuyorum. Elden kaybolduktan sonra kıymet veren biri, o narsistlerden biri olur. Çok hassasım. Çocukken sahip olduğum hevesi yeniden kazanmak için biraz uyuşmaya ihtiyacım var.
Son 3turumuzda şahsen tanıdıklarıma ve müziğimizin hayranı olan insanlara daha çok değer verdim, ama hala herkes için beslediğim asabiyet, suçluluk ve anlayışı aşamadım. Hepinizin içinde iyilik var ve sanırım insanları çok fazla seviyorum. Öyle çokki beni mutsuz hissettiriyor. Üzgün, küçük, hassas, değer vermeyen balık burcu. İhtiras ve anlayış yemini eden cazibeli bir karım var ve bana eski halimi hatırlatan bir kızım. Sevgi ve neşe dolu, her gördüğü insanı öpüyor çünkü herkes çok iyidir ve ona kimse zarar vermez! Frances' in üzgün, kendine zarar veren, ölü bir rock'çı olduğumu düşünecek olmasına dayanamıyorum. Minnettarım, ama 7yaşından beri insanlara karşı genel bir nefret duydum. Sırf insanlara iyi geçinmek ve anlayış sahibi olmak çok kolay görünüyor diye. Anlayış! sanırım sadece insanları çok sevdiğim ve onlara üzüldüğüm için.
Geçen yıllar boyunca mektuplarınız ve ilginiz için alevler içindeki mide ağrısı cehenneminden hepinize teşekkür ediyorum. Çok kararsız, ümitsizim! Artık eski tutkum yok ve: Sönüp gitmektense yanıp kül olmak daha iyidir! Barış, sevgi ve hoşgörü dileğiyle…
Francis ve Courtney sizin yanınızda olacağım.. Lütfen Courtney devam et.. Francis için, onun hayatı içinki ben olmadan daha mutlu olacak... Sizi seviyorum, sizi seviyorum… "